en güzel denize… en güzel günlere… kamp katılım formu

SOSMED

en güzel günler, yanyana gelişimizde büyüyen umutta, dayanışmamızın gücünde, sokaklara rengini çalan mor dalgamızda… en güzel günleri yaratacak bu dalgayla birlikte yollara düşelim mi?

en güzel denizin kıyısı, rüzgarımızın, kahkahamızın, yepyeni fikirlerin, birlikte üretmenin ve tartışmanın pırıltılarının, farklı farklı şehirlerden yola çıkıp buluşmanın heyecanının yeşerdiği yerde… o kıyıya, kadın kampımıza doğru yollara düşmeye, birlikte düşlemeye gidiyoruz.

güzel günlerin hayalini, buluşmamızın gücünü, en güzel denizin dalgasını kamp bitiminde şehirlerimize taşımak için buluşuyoruz.

kadın kampı 29 ağustos-1 eylül arasında assos ayvacık çanakkale’de!
haydi bu yaz da en güzel günlere, en güzel denize doğru hep beraber olalım!

kamp katılım formu:

 

Yaşamlarımız için erkek adalet değil gerçek adalet istiyoruz! Yaşamlarımız için laiklik mücadelesinden asla vazgeçmiyoruz!

hakimmm

İstanbul Anadolu 2. İş Mahkemesi’nde görülen bir duruşmada hakim Mehmet Yoylu, avukatın etek boyunun kısa olduğunu, etiğe aykırı olduğunu söyleyerek bunları duruşma tutanağına geçirdi. Üstelik hakim mahkeme kürsüsünden “Müslüman bir ülkede yaşıyoruz yakışıyor mu?” gibi bir ifade kullandı.
Gerici, kadın düşmanı hakim Mehmet Yoylu, kadın avukatı tacize maruz bırakmış, kamu görevini yapmakta olan bir avukatın mesleğini yapmasını engellemiştir.
Üstelik mahkeme kürsüsünden bir hakimin “Müslüman bir ülkede yaşıyoruz yakışıyor mu?” gibi yargılar dağıtması da apaçık laikliğe aykırıdır!

Hayatlarını savunan kadınları müebbete mahkum eden, kadın katillerinin değil kadınların hayatlarını sorgulayan erkek adalete karşı,
İktidarın toplumsal yaşamı dini kurallara göre düzenleme çabalarının toplu taşımada, evde, sokakta karşımıza çıkarttığı; eğitimden sağlığa ve işte mahkeme kürsülerine kadar her yerde hayatlarımız kuşatan gerici karanlığa karşı, mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz!

Yaşamlarımız için erkek adalet değil gerçek adalet istiyoruz!
Yaşamlarımız için laiklik mücadelesinden asla vazgeçmiyoruz!

flanöz yolda: ankara’dan amasra’ya

flanoz

 

ankaralı kadınlar 11 mayıs cumartesi günü amasra’ya gidiyor!

sabah 07.00’de ankara’dan hareket edecek otobüsümüzle amasra’nın tarihini, doğasını, şehir yaşamını birlikte tanıyacağız; hem birbirmize hem de şehre dokunacağız.

geziye katılmak için:

 

ankara’da kadın sağlık çalışanları ve sağlık öğrencileri buluşuyor!

Kadın sağlık çalışanları ve sağlık öğrencileri olarak bir araya geliyoruz, bulunduğumuz her yeri mora boyamaya çağırıyoruz. Bedenlerimizin bilgisinden bile yoksun bırakılıyoruz, Kendi bedenlerimizle ilgili kararlar vermemiz engelleniyor. Kadın sağlığı üreme sağlığından ibaret tartışılıyor. Sağlık çalışanı olmaya karar verdiğimizde ise yine erkek egemen bir ortamda çalışıyoruz, ‘kadınlık görevlerini(!) aksatmayacak’ pozisyonlarda yer almamız isteniyor. Tüm bunları reddediyoruz. Bir araya gelirsek bu itirazımız daha güçlü olacak biliyoruz. Bir araya gelirsek birbirimizi güçlendirmenin birçok yolunu bulacağız biliyoruz. Birlikteyken daha umutlu, daha neşeliyiz. Haydi gelin, tanışalım, birlikte konuşup birlikte yürüyelim, rüzgarımızı birlikte çoğaltalım!

katılım için:

kadınss

feminist grev: yeni bir zaman!

dünyanın dört bir yanında kadınlar 8 Mart 2019’da feminist grev çağrılarını yayınlıyor. feminist grev çağrı posterlerini yayınlarken aynı zamanda 2018’deki uluslarası kadın grevinden bir gün önce Liz Mason Deese’nin feminist grevin içerisinde taşıdığı yeni bir siyaset formu yaratma olasılığına ilişkin viewpoint magazine’de yayınlanan yazısını kısaltarak paylaşalım istedik.

(…)

Büyük kadın grevi kadınların karşılaştığı şiddet türlerini ve aralarındaki bağlantıları görünür kılan bir taktik olarak ortaya çıktı. Kadın emeğinin görünür hale getirilmesi ve kadın istihdamındaki düşüşün kadına yönelik şiddete bağlanması ile ilgili çabalar, Arjantin’deki Ni Una Menos kolektifinin aktivizminin önemli bir bileşenidir. Kolektif, 8 Mart Uluslararası Kadın Grevine çağrı yaparken bunu şöyle açıklıyor:

“Grev aracının kullanılmasıyla ataerkil şiddetin ekonomik dokusu vurgulandı. Ve aynı zamanda da inanılmaz bir güç gösterisiydi, çünkü mağdur konumundan çıkarak kendimizi politik özneler ve değer üreticileri olarak konumlandırdık. Kadın emekçiler kategorisinin ev işi ve kayıtsız çalışma gibi parçalara sahip olduğunu ifade ederek bu tanımı geliştirdik.”

Veya Verónica Gago’nun Ekim grevinden bahsettiği gibi:

“Grev yapmak, evlerde, mahallelerde, işyerlerinde üretim ve yeniden üretim biçimlerine meydan okumak ve bunları durdurmak demek. Aynı zamanda amaç kadına yönelik şiddeti, üretimdeki ve yaşamın yeniden üretimindeki mevcut sömürü biçimlerinin özel politik doğasıyla ilişkilendirmektir. Grev, bu iki şeyi ilişkilendirmemizi sağlayan anahtardı. Bu büyük bir etki yarattı. Öncelikle, grev fikrini genişletti. Genç ya da yaşlı, ücretli ya da işsiz farklı sektörlerden kadınları bir araya getirmeye başladık. Bu, insanların grevin etkililiğini nasıl arttırabileceğimize dair fikirlerini birleştirdi ve harekete geçmemizi sağladı.”

Latin Amerika’da Ekim 2016’da ve dünya çapında 8 Mart 2017’de farklı bölgelerde yürütülen grev, ekonomik olarak güvencesizliği ve yoksulluğu, kadınların erkek şiddetine karşı savunmasız kalmasına ve bunun kökenindeki cinsiyet eşitsizliği ile ilişkilendirdi. Feminist grev, iş yerlerinde, maskülen tanımlara meydan okumak ve kadın emeğini merkezileştirmek içindi; ama aynı zamanda toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin ekonomik ve politik işleviyle de ilgiliydi.

Yine de, küresel çapta gerçekleşmesine rağmen, eleştirmenler, kadınların grevinin “gerçek grev” olmadığını, çünkü geçmişin grev biçimlerini takip etmediklerini iddia etmekte oldukça hızlı davrandılar. Mariarosa dalla Costa’nın 1974’te açıkça yazdığı gibi, “Hiçbir grev hiçbir zaman genel grev olmamıştır. Çalışan nüfusun yarısı mutfaklarda evde iken, diğerleri grevde iken, bu bir genel grev olamaz. Biz hiç genel grev görmedik. Biz sadece eşleri, kızları, kız kardeşleri, anneleri, mutfaklarda yemek pişirmeye devam ederken genellikle büyük fabrikalarda iş bırakan erkekleri sokaklarda dolaşırken gördük.” Belki de bugün sokaklar bundan da fazlasını gördü ama hala gerçek bir grev olmadığıyla suçlanıyoruz. Başka bir deyişle, feminist bir grevin neye benzediğini bilmiyoruz, fakat geçmiş grevlerin standartlarına göre yargılanamayacağını biliyoruz.

(…)

Grev yeni bir pratiği ve yeni bir zamanı başlatıyor:

“Bizler kadınlar olarak zamanımızı geri kazanıyor, artık bize dayatılan şeyi değil, kendi istediklerimizi yapmak için! Kendimizi bulmak için, birlikte düşünüyoruz, konuşuyoruz, sokakları, meydanları, plazaları, uygun kamusal alanları işgal ediyoruz ve kendimiz için alanlara dönüştürüyoruz. Patriarkaya ütopyamızı harekete geçireceğiz. Korkularımızdan sıyrıldığımızı, artık yeter dediğimizi ve güçlendiğimizi göstereceğiz. Kendi aramızda dayanışma ağları yaratacağız.”

Grev tarafından açılan bu yeni dönemde kadınlar, bir arada yeni yollarını, yaşam için mücadelenin yeni yollarını ve yeni siyaset biçimlerini yaratıyorlar.

Yeni Bir Siyaset Formu

2018 Kadın Grevi’ni destekleyen bir videoda Silvia Federici:

“greve çıkmak sadece belirli emek faaliyetlerini kesintiye uğratmak demek değil, aynı zamanda kendimizi de, dönüştürücü olan, belli bir anlamda rutin endişelerimizin ve gündelik hayatımızın ötesine götüren faaliyetlere dahil etmek anlamına geliyor. Kendi içinde başka olasılıklar barındırıyor.” diyor.

Bu olasılıklar neler? Bir günlüğüne dahi, toplumsal cinsiyete dayalı hiyerarşileri ve cinsiyet rollerini yeniden üretmeyi durdurabilirsek, bulabileceğimiz olasılıklar nelerdir? Başka bir deyişle, ne yaratmak için savaşıyoruz? #MeToo, neyle karşı karşıya olduğumuzu, kadınların mevcut durum hakkında dayanılmaz bulduklarını netleştirdi. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve hiyerarşiler, ekonomik ve sosyal yapılarımızı o kadar derinden biçimlendirmişler ki, bunların olmadığı bir dünyanın nasıl olacağını tahayyül etmekte dahi zorlanıyoruz. Ancak feminist hareketler, o dünyayı kendi alanlarında ve uygulamalarında yaratmaya, bu dünyanın neye benzeyebileceğine dair ipuçları vermeye devam edecekler. Bu da bunun bir adımı. (…)

(from #metoo to #westrike: a politics in feminine – liz mason deese)

And the oscar goes to… Regl dönemine ilişkin bir film Oskar aldı! – çeviri

images 

Kuzey Hollywood’daki Oakwood School’daki bir grup feminist lise öğrencisi, gelişmekte olan ülkelerde regl dönemine dair tabuları ilk duyduklarında, kendilerini bu konuda bir şeyler yapmaya mecbur hissettiler. Girls Learn International adlı bir organizasyon aracılığıyla, Hindistan’daki bir organizasyon ile eşleştirildiler ve regl dönemine ilişkin tutumların, kadınların eğitim alma ve iş bulma durumlarını nasıl etkilediğini araştırmaya karar verdiler.

Bunun üzerine, öğretmenleri Melissa Berton ile birlikte, Delhi kırsalında bir köy olan Hapur’daki kadınlara bir ped yapım makinası ve bir yıl boyunca yaşamlarını idame ettirmelerini sağlayacak kadar para göndermek üzere para toplamaya başladılar. Ped yapım makinası sadece kadınların kullanması için pedler sağlamayacak aynı zamanda makinayı kullanan kadınlar için de bir

Öyleyse, Girls Learn International’ın öğrenci üyeleri, öğretmenleri Melissa Berton ile birlikte, Hindistan’ın Delhi dışındaki küçük bir kırsal köy olan Hapur’daki kadınlara el değirmeni makinesi ve bir yıl boyunca erzak parası göndermek için para topladı. Ped makinası sadece kadınların kullanması için pedler sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda makineyi çalıştıran kadınlar için de geçimlerini sağlayacak bir araç olacaktı.

Los Angeles’ta yaşamalarından ötürü sinemanın gücünü özellikle bilen bu öğrenciler, bu konuda fakındalık yaratacak bir belgesel için yönetmen Rayka Zehtabchi’ye ulaştılar. Ve sonuçta ortaya, şu an Netflix’te yayınlanmakta olan, Hapur’daki kadınların ped yapımını öğrenme ve toplumdaki kadın ve erkeklere regl dönemine ilişkin eğitim verme süreçlerini anlatan belgesel “Period. End of Sentence.” çıktı. Ve bu belgesel şimdi Oskar ödüllü!

Tüm zamanların en unutulmaz Oskar konuşmalarından birini yapan yönetmen Rayka Zehtabchi, konuşmasında hıçkırarak ağlarken “Regl döneminde olduğum için ağlamıyorum. Regl dönemine dair bir filmin Oskar kazandığına inanamıyorum!” dedi.

Berton ise konuşmasında, Period (regl dönemi aynı zamanda İngilizce’de nokta anlamına geliyor) bir cümleye son vermeli, bir kız çocuğunun eğitimine değil!” dedi.

Zehtabchi, Refinery.org’un yaptığı söyleşide ise, “Regl döneminin çok katmanlı ve kompleks bir süreç olduğunu öğrendik. Hint kültüründe ve toplumunda derin köklere sahip ve köklü bir utanç kaynağı olarak yer almış.”

Belgesel sırasında röportaj yaptıkları birçok kadın, daha önce ya pedin ne olduğunu hiç duymamış ya da almaktan çok utanıyormuş. Diğerleri ise regl döneminin ne olduğunu açıklayamyor, sadece kötü bir şey olarak tanımlıyormuş. Zehtabchi, “Bir konu hakkında bu kadar az kişi konuştuğunda ve bu doğal olgunun aslında ne olduğuna dair hiç bilgi olmadığında, etrafında bir korku duvarı oluşmaya başlar” diyerek durumu anlatıyor.

Oskar’ın öncesinde, Zehtabchi ve filmin yapımcısı Berton ile, regl döneminin neden hala bir utanç olarak kabul edildiğini, filmin yapımı sırasında yaşadıkları deneyimi ve izleyicilerden nasıl tepkiler almayı umduklarını konuştuk:

Bunun lise öğrencilerinin düşündüğü bir fikir olması inanılmaz. Öğrencilerin bu işe kendiliğinden başlamalarına şaşırdın mı?

Melissa Berton: “Dürüst olmak gerekirse, Oakwood’un hippivari bir geçmişi var, ama her şeyden önce sosyal aktivizme kendini adamış bir okul. Öğretmenlere ve öğrencilere güveniyorlar ve fazlasıyla serbestlik hakim – tabii iyi anlamda… Müdürümüze ilk kez bu fikre yaklaştığımda, yani yedi yıl önce insanların [menstrüasyon] hakkında pek de konuşmadıkları bir dönemde, yanıtı: ‘Evet! Nasıl yardım edebiliriz? Ne yapabiliriz?’ oldu. Bu inanılmazdı. Öğrenciler son derece cesur ve bunun için çalışmaya hazırdılar. Bazı akranlarıdan dirençle karşılaştılar, elbette utanç duydular, ayrıca buna doğru şekilde nasıl yaklaşılacağına dair endişeler vardı. Birçok cesaret kırıcı şeyle karşılaşmamıza rağmen yolumuza devam etmek zorundaydık, bazı zamanlar yapamayacağımızı düşündüğümüz halde.”

Bu tabu nereden geliyor ve bu tabu Hindistan’daki kadınların yaşamını ne ölçüde etkiliyor?

Rayka Zehtabchi: “Filmi çekmek için Hindistan’a gittiğimizde, yüzlerce kadın ve erkekle konuşmak ve reglin neden bu kadar büyük bir tabu olduğunu anlamak gerçekten büyük bir fırsattı. En sık duyduğumuz şeylerden biri, bir kız çocuğu ergenliğe girdiğinde ve regl kanaması başladığında, o kız çocuğunun bir kadına dönüştüğü ve cinsel saldırı ve taciz için hedef haline geldiğine ilişkin fikirdi. Ebeveynlerin yapmaya çalıştığı şey bunu gizlemek ve bir kız çocuğunun regl kanamaları başladığında kimsenin bunun farkında olmamasını sağlamak. Sonrasında ise kızlarını olabildiğince çabuk evlendirmeye çalışıyorlar, çünkü bu ebeveynler için daha güvenli bir seçenek.

Diğer bir neden, özellikle bulunduğumuz gibi kırsal alanlarda, çok az erişimin olması ve köyün hemen dışında belki de satılık birkaç ped paketi olan bir dükkanın olması. Bu kadar az erişim olduğunda, kadın hijyenine daha az önem verilir ve bu konu üzerine konuşma giderek azalır. Ve sonunda reglin ne olduğuna dair bir sürü mit dolaşmaya başlar. En yaygın yanlış bilgi -özellikle de erkeklerin sahip olduğu- regl kanamasının bir hastalık veya kirlilik hali olduğudur. Hindu dininde, kadınlar regl dönemindeyken tapınaklara girmelerine izin verilmiyor, çünkü kirli olduklarına inanılıyor. Yani, çok karmaşık ve bence bu, dinle, kültürle ve aynı zamanda o bölgede yaşayan genç bir kadının güvenliğiyle ilgili.”

Belgesele gelen tepkiler nasıldı? Söyleşi yaptığınız kişilerle hala iletişimde misiniz?

Zehtabchi: Özellikle orada iletişim kurduğumuz kişiler başta olmak üzere olumu tepkiler aldık. Filmin ardından komşu köylere iki Makine daha kurmayı başardık; çünkü orada gerçek bir açlık ve talep olduğunu görüyoruz. Ağızdan çıkan sözler köyler arasında çok hızlı yayılıyor. Özellikle kadınlarla konuşuyoruz ve bu konuda bize action india adlı oluşum da çok önemli bir destek. Ve çok heyecanlıyız çünkü orada iletişim kurduğumuz kişilerden birkaçı bizimle Oskar törenine geleceklerini ifade ettiler.

Berton: Filmde Rekha, kazandığı ücreti sınavı için kullanmıştı. Birçok kadın da hayal ettikleri işler için bu paraları kullandı. Mesela biri tıp okumak istiyor, biri de kendi işini kurmak istiyor.

Zehtabchi: 2017’de Hindistan’a ilk gittiğimde ve kadınlarla konuşmaya başladığımda, Rekha bizimle regl dönemi hakkında herhangi bir konuşma yapmak bile istemiyordu. Kendini tamamen kapattı ve sessiz kaldı. Diğer kadınlar, mümkün olduğunca yakın zamanda evlenmek ve aile kurmak düşüncesindeydi – çünkü onlar için gürnürde başka bir seçenek yoktu. Birinin tıp okumayı planladığını duymak beni çok duygulandırdı, çünkü bu kadınların harika değişimlerini görmek çok çılgıncaydı.

Kaynak: refinery29.com

Cinsel taciz meşrulaştırılamaz!

mervedemirel

AKP Milletvekili Özlem Zengin’in, gözaltına alınırken cinsel saldırıya maruz bırakılan Merve Demirel ile ilgili yaptığı açıklamada ‘Bu görüntülerde, özensizlik içerisinde bir tavır görüyorum. Bir telaş içerisinde bir kişiyi arabaya yerleştirmeyle alakalı telaşın verdiği bir yanlış hareket var.’ dedi. Cinsel saldırıya ‘telaş’ diyemezsiniz!

Merve Demirel’in maruz bırakıldığı cinsel saldırıyı cezasız bırakmayı hedefleyen AKP, fail polisi aklamaya çalışmaktadır. Faili kollayan, kadına yönelik cinsel saldırı ve tacizin devlet aygıtlarınca meşrulaştırılmasına varan açıklamalarınızı kabul etmiyoruz!

Cinsel şiddet faillerinin değil kadınların yarglandığına bir kez daha tanık olduk! Cinsel şiddet, kişinin yakınlarının herhangi bir örgüte üye olup olmadığı ile, gece geç saatte sokakta olmasıyla, yalnız yaşamasıyla, giydiği giysiyle açıklanamaz, meşrulaştırılamaz! Merve Demirel’e yönelik cinsel tacizin de, gözaltna direnmesi ile ya da babasının fetö’ye üye olması ile açıklanması kabul edilemez! Bir kadını, arasında kan bağı olan erkekler üzerinden sorumlu tutmaya, mahkum etmeye çalışamazsınız! 16 yıldır kadınlara sistematik olarak saldıran iktidar, açıklamalarıyla, yasa ve uygulamalarıyla; eşitlik ve özgürlük için mücadele eden kadın örgütlerinin karşısına kurduğu kendisine bağlı kadın örgütleriyle politika devşirmeye, ‘makbul kadın’ imajını inşa etmekte ve kadınlara sınırlar belirlemeye çalışıyor. Bilin ki, kadınların arasındaki dayanışma bağı sizin devşirme politikalarınızdan güçlüdür!

Özlem Zengin’in ‘Kadının itibarsızlaşmasına izin vermeyeceğiz’ açıklaması kabul edilemez bir açıklamadır! Bu dil, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, kadınları içerisine sıkıştırmak istedikleri ‘makbul kadın’ algısını yeniden üretmektedir! Makbul değiliz, mağdur da olmayacağız! Cinsel saldırı ve tacizin kadını değil, faili itibarsızlaştırdığını Özlem Zengin’in de bilmesini isteriz. Merve Demirel’in maruz bırakıldığı cinsel tacizde ise itibarsızlaşan Emniyet Teşkilatı’nın ta kendisidir.

Bu sistematik ve örgütlü kadın düşmanlığına sessiz kalmayacağız. Hiçbir kız kardeşimiz erkek egemen müftü rejimi karşısında yalnız değildir. Dayanışma ve isyana doğru… rüzgârımız bol olsun!

Nar Kadın Dayanışması

kriz onlar; gelecek biziz! faturayı ödemiyoruz, dayanışmayı büyütüyoruz…

krizbilddd

Her geçen gün daha derinden hissedilen, çarşıda, pazarda el yakan, gelirimizi ve alım gücümüzü düşüren, bizi insanca yaşama ve çalışma koşullarından uzaklaştıran bir ekonomik kriz ile karşı karşıyayız.

“Kriz mriz yok; bunlar manipülasyon” sözünü çok duysak da hayat pahalılığı ve zamlar gündelik yaşama yansıdı bile. Ekmekten elektriğe; kiralardan tuvalet kağıdına yaşamımızı sürdürmemiz için temel gereksinim olan her şey zamlandı.

Ekonomik krizi, “dış güçlere” bağlamaya çalışsalar da bunun ekonomik bir savaş olduğunu tekrar edip dursalar da biz bu krizin yapısal bir kriz olduğunu, AKP’nin politikalarının krizi derinleştirdiğini biliyoruz. Uluslararası sermayedarlara, emperyalist ülkelere bağımlılık; buğdayı dahi dışarıdan ithal eder konuma getirilmek; tüketimi körükleyen, sıcak para girişlerine bağımlı ekonomi; şeker fabrikalarından meralara tüm kamusal varlıkların satılması; kamu kurum-kuruluşlarının ve kamusal hizmetlerin özelleştirilmesine, esnek, güvencesiz istihdama dayalı neoliberal politikalar bu krizi adım adım yarattı.

Ekonomik kriz, evden işe; eğitimden sağlığa hayatın her alanını belirlerken bu durumdan en çok zarar görenler yine kadınlar, biziz;

Dışarıda bir işte çalışıyor olalım ya da olmayalım, kriz bizi, en çok evde bize yüklenmiş yemek yapma, çocuk ve yaşlı bakımı gibi işlerde etkiliyor. Cinsiyetçi iş bölümü nedeniyle bize yüklenen bu işler, kriz ortamında işsizlik, düşük ücretler, temel gıda maddelerinin fiyatlarının artması ile yeni yükler getiriyor… En ucuz olan yerlerden alışveriş yapmak için çarşı-pazar dolaşırken; daha ucuz olduğu için, eve daha uzak marketleri, pazarları tercih ederken; bazı gıda maddelerini evde yapmaya çalışırken evdeki işlere verdiğimiz zaman artıyor, işler ağırlaşıyor.

Sosyal devlet ilkesi gereği aslında ücretsiz yapması gereken hasta, yaşlı ve çocuk bakımı görevini zaten tam olarak yerine getirmeyen devlet, kriz sürecinde bu alanda da “masrafı kısmaya” çalışıyor, sağlık ve bakım hizmetlerini özelleştiriyor. Bu da evde yükümüzü arttırıyor.

Krizde “masraftan kaçınmak için” sosyal güvenlik harcamalarını kısanlar, haklarımızı budayanlar, kadınların yaşadığı her türlü sorunun giderilmesinde muhatap kurum olarak gösterdikleri, sürekli kadın ve çocuk düşmanı fetvalarıyla karşımıza çıkan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesini kabartıyorlar.

Dolayısıyla dışarıda çalışalım ya da çalışmayalım fiziksel ve zihinsel olarak eve bağlılığımız artıyor, bu sadece ev içi sömürüyü arttırmakla kalmıyor aynı zamanda erkek iktidarını da pekiştiriyor. Kadın ve erkek arasında eşitsizliği derinleştiren bu durum, başta ekonomik şiddet olmak üzere tüm şiddet türlerinin boyutunu arttıyor.

Krizde ilk işten çıkarılanlar biziz. Ya küçük-orta ölçekli, krizden ilk etkilenen sektörlerde çalışıyoruz; dolayısıyla ilk kaybedenler oluyoruz. Ya da cinsiyetçilik iş yaşamına da hakim olduğundan ilk vazgeçilenler oluyoruz.

Kriz dönemlerinde güvencesiz, ucuz iş gücüne duyulan ihtiyaç, zaten kadın istihdamının çoğunu oluşturan bu alanda kadınların daha da fazla yer almasına yol açıyor. Yani kriz dönemleri bizim için daha fazla geçici, kısmi zamanlı, güvencesiz işlerde, güvencesiz koşullarda, daha düşük ücretlerle çalışmanın katmerlenmesi anlamına geliyor.

Enflasyon, hayat pahalılığı, reel ücretlerdeki düşüş ise zaten düşük oln ücretlerimizi eritiyor. Ücretli ve kayıtlı bir işte çalışan kadınların %70’inin 2 bin liranın altında maaş aldığı istatistiğinden yola çıkarsak kriz bizim yoksulluğumuzun derinleşmesi demek.

Yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlikle karşı karşıya iken şimdi de mücadelelerimiz sonucu kazandığımız nafaka hakkımızın tırpanlanma girişimi ile yüz yüzeyiz. Ekonomik özgürlüğümüzün, eğitim ve iş hayatında karşımıza çıkan engeller ortada iken nafaka hakkının kısıtlanması boşanma hakkına bir darbedir. Kadınları istemedikleri bir hayata mahkum etmek demektir.

Türkiye’deki işsizlik istatistiklerinde zaten zirvede genç kadınlar var; kriz dönemlerinde ise bu sayılar katlanıyor, çalışma hayatına dezavantajla başlıyoruz. Üniversite öğrencisi olarak ise hem gelecek kaygısı hem de artan kiralar, eğitim ve diğer masraflar hayatlarımızı kuşatıyor.

Bu maddeleri çoğaltabilir, yaşamın aktığı her alanda krizin ilk sonuçları itibariyle bizi vurduğunu ve krizin faturasının kadınlara çok boyutlu ve katlanmış bir şekilde kesildiğini defalarca ifade edebiliriz.

Bize dayatılan, -zaten zor koşullardaki- varlığımızı, haklarımızı, kazanımlarımızı tehdit eden bu duruma birlikte direneceğiz.

Hayatlarımızı kuşatan; bizi geleceksiz, nefessiz, hayalsiz bırakan; yoksulluğun, şiddetin, sömürünün boyutunu arttıran; eşitsizliği derinleştiren bu kabarık faturayı ödemeyeceğiz demek için;

Sırtımıza sürekli yeni yükler gelmeden, krizler ve yıkımları ile yüzyüze kalmadan yaşamak için bu krizi yaratan sebeplere karşı mücadeleye!

Yalnız değil birlikte güçlü olduğumuzu bilmek ve görmek için bir aradalığımızı arttırmaya!Birlikte çözümler üretmek, birbirimizin hayatına dokunmak, hayat pahalılığı ve yaşam koşullarının ağırlaşması karşısında direnmek için, yeni dayanışma biçimleri yaratmaya, dayanışma ağlarımızı çoğaltmaya!

Nar Kadın Dayanışması


KRZZ

“diğer bir deyişle balıklar yüzebilir” – popüler kurmacalarda karakterlere dair bir grafik

“Popüler kurgu hikayelerde kadınlardan daha fazla erkekler var. Diğer bir deyişle balıklar yüzebilir.” diye başlıyor Huffington Post’taki haber ve kendilerini dijital hikaye anlatıcıları olarak isimlendiren İzlandalı Sirrý & Smári’nin “Popüler Kurgu’da Cinsiyet Oranı” grafiklerinden bahsediyor.

Grafik, Harry Potter’dan Simpsonlar’a; Friends’ten Game of Thrones’a çoğumuzun aşina olduğu kurmacalardaki kadın ve erkek karakterlerin oranını inceliyor. Star Wars (IV-VI)’dan Star Wars (I-III)’e (yayınlanma sırası önce IV-VI ve sonra I-III) %6’lık bir gelişme olduğunu kaydediyor. Ve kadın karakter oranının erkek karakter oranından fazla olduğu tek hikayenin Pixar tarafından yapılan Ters Yüz olduğunu kaydediyor. (Türkçe’ye çevirince müsemma olmuş gibi 🙂 Tabii bu animasyon hakkında belki ileride biraz daha fazla konuşabiliriz.)

Biz de sözü uzatmadan grafiğe geçelim:

grafsss

Çocuklarımızın yaşamları için hep birlikte SES VERELİM!

Çocuklarımızın hayatları çalınıyor. Yaşananlar kader değil, münferit olaylar değildir; toplumsal yaşamın gericilikle kuşatılması, kadın ve çocuk düşmanı söylem ve uygulamaların her gün karşımıza çıkması ile adım adım örülmektedir.

Ne yazık ki bu toplumsal dönüşümün temel sorumlusu olan iktidar, devletin çocukların istismara uğradığı şartları ortadan kaldırma ve koruyucu-önleyici hizmetleri kurumsallaştırma görevine uygun hareket etmek bir yana, istismarı suç ve ceza eksenine sıkıştırmakta, hadım gibi insan haklarına aykırı ve dini referanslı çözümler önermekte, toplumsal öfkeyi gerçek sebeplerden ve sorumlulardan uzaklaştırıp soğurmaya çalışmaktadır.

Anayasa’nın 41/2 maddesi ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası çocuk hakları sözleşmeleri uyarınca, devletin öncelikli görevi, çocukların cinsel istismara maruz kaldığı şartları ortadan kaldırmak, koruyucu ve önleyici hizmetleri kurumsallaştırmaktır.

Çocuğa yönelik cinsel istismar, bireysel bir sapkınlık ya da hastalık değildir; toplumdaki erkek egemen kavrayış ve uygulamaların sebep olduğu ve meşrulaştırdığı bir şiddet suçudur. Kadın ve çocuk düşmanı söylemler ve kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırılar sona ermelidir. Her yaşta ve her alanda toplumsal cinsiyet eğitimi yaygınlaştırılmalı, eğitim müfredatında zorunlu ders olarak yer almalıdır.

Yasa gereği 18 yaşın altındaki her birey çocuktur. Tüm yasalar buna göre düzenlenmelidir. 16 yaşında hakim izni ile, 17 yaşında veli onayı ile evlenmeye izin veren Medeni Kanun düzenlemesi kaldırılmalıdır.

Çocuklar için etkili, kolay ulaşılabilir, güvenilir ve hak temelli başvuru mekanizmaları oluşturulmalı, çocuklar güçlendirilmelidir.

Çocukların örgün eğitime katılım oranları yükseltilmeli, çocukların özellikle kız çocuklarının eğitim dışında kalmasına sebep olan 4+4+4 gibi uygulamalara son verilmelidir.

Bilimsel-laik ve kamusal eğitime aykırı uygulamalar son bulmalıdır. Eğitimi cemaat ve tarikatlara devreden protokoller iptal edilmelidir. Sıbyan mektepleri kapatılmalıdır.

Çocukların en temel hakkı olan barınma hizmeti kamusal hale getirilmeli ve çocukların toplu yaşadığı bu kurumlar uzman kişilerce denetlenmelidir. Cemaat ve tarikat yurtları kapatılmalıdır.

Çocuklara “ayıp-günah” tabuları altında kalmadan beden algısına dair eğitim yaş gruplarına uygun şekilde uzmanlarca verilmelidir. Toplumda da cinselliğin bir tabu olarak algılanmasının önüne geçilmelidir.

Özellikle sağlık çalışanları ve eğitimciler başta olmak üzere kamuda çocuklarla çalışan tüm bireylere cinsel istismarı önleme ve tanıma sorumluluğu üzerine eğitimler gerçekleştirilmelidir. İstismarı gerekli kurumlara bildirme yükümlülüğünün tüm toplumca benimsenmesi sağlanmalıdır.

Cinsel istismarın hiçbir gerekçe ile cezasız kalmaması sağlanmalı, etkili yargılama yapılmalıdır. Mevcut yasalar ve uluslarası sözleşmeler işletilmeli ve bu süreçlerin şeffaflık kazanması sağlanmalıdır. İstimar suçunda, gerekli önlemleri almayanlar, istismarı gizleyenler, istismara zemin açanlar, istismarcıyı koruyanlar, çocuğu güçsüzleştirenler de faildir. Tüm faillerle ilgili yaptırımlar gerçekleştirilmeli, adalet sağlanmalıdır.

Fakat tüm bunların yerine “hassasiyet ve gerekli yasalar hazırlanıyor” söylemleri ile toplumdaki öfkeyi soğurmak, insan haklarına aykırı yasalar çıkartmak, gerçek sebepleri görünmez ve sorgulanamaz kılmak çabası hakim. Ensar’ı yaratan ve koruyan, “Bir kereden bir şey olmaz” diyen; eğitimi tarikat ve cemaatlerin eline bırakan; “kadın ve erkek fıtraten eşit değildir” diyen; Müftülük yasasını çıkartan; Diyanet eliyle 9 yaşında çocukların evlenebileceğini fetva veren; 115 gebe çocukla ilgili soruşturma açmak yerine bildirimi yapan sağlık çalışanına soruşturma açan; Aladağ’ı yaratan, toplumsal yaşamı dini kurallara göre düzenleyen; kadına yönelik şiddeti gericilikle motive eden; tek adam rejimini kurumsallaştıran; kadına, çocuklara, hayvanlara yönelik korkunç bir şiddet sarmalının sorumlusu olan iktidar, mevcut uygulamaları ile zaten suçun faili durumundadır.

Bu iktidar ve bu iktidarın çıkartacağı hiçbir yasa, gerçekleştireceği hiç bir uygulama çocuklarımızı koruyamaz!

Çocuklarımızı Ensar’ı yaratanların düzeninden biz koruyacağız!

Çocuklarımızın hayatlarını çalan bu karanlığı aydınlatacağız!

Çocuklarımızın yaşamları için, gelecekleri için, gülüşleri için hep birlikte SES VERELİM!

Nar Kadın Dayanışması