Her geçen gün daha derinden hissedilen, çarşıda, pazarda el yakan, gelirimizi ve alım gücümüzü düşüren, bizi insanca yaşama ve çalışma koşullarından uzaklaştıran bir ekonomik kriz ile karşı karşıyayız.
“Kriz mriz yok; bunlar manipülasyon” sözünü çok duysak da hayat pahalılığı ve zamlar gündelik yaşama yansıdı bile. Ekmekten elektriğe; kiralardan tuvalet kağıdına yaşamımızı sürdürmemiz için temel gereksinim olan her şey zamlandı.
Ekonomik krizi, “dış güçlere” bağlamaya çalışsalar da bunun ekonomik bir savaş olduğunu tekrar edip dursalar da biz bu krizin yapısal bir kriz olduğunu, AKP’nin politikalarının krizi derinleştirdiğini biliyoruz. Uluslararası sermayedarlara, emperyalist ülkelere bağımlılık; buğdayı dahi dışarıdan ithal eder konuma getirilmek; tüketimi körükleyen, sıcak para girişlerine bağımlı ekonomi; şeker fabrikalarından meralara tüm kamusal varlıkların satılması; kamu kurum-kuruluşlarının ve kamusal hizmetlerin özelleştirilmesine, esnek, güvencesiz istihdama dayalı neoliberal politikalar bu krizi adım adım yarattı.
Ekonomik kriz, evden işe; eğitimden sağlığa hayatın her alanını belirlerken bu durumdan en çok zarar görenler yine kadınlar, biziz;
Dışarıda bir işte çalışıyor olalım ya da olmayalım, kriz bizi, en çok evde bize yüklenmiş yemek yapma, çocuk ve yaşlı bakımı gibi işlerde etkiliyor. Cinsiyetçi iş bölümü nedeniyle bize yüklenen bu işler, kriz ortamında işsizlik, düşük ücretler, temel gıda maddelerinin fiyatlarının artması ile yeni yükler getiriyor… En ucuz olan yerlerden alışveriş yapmak için çarşı-pazar dolaşırken; daha ucuz olduğu için, eve daha uzak marketleri, pazarları tercih ederken; bazı gıda maddelerini evde yapmaya çalışırken evdeki işlere verdiğimiz zaman artıyor, işler ağırlaşıyor.
Sosyal devlet ilkesi gereği aslında ücretsiz yapması gereken hasta, yaşlı ve çocuk bakımı görevini zaten tam olarak yerine getirmeyen devlet, kriz sürecinde bu alanda da “masrafı kısmaya” çalışıyor, sağlık ve bakım hizmetlerini özelleştiriyor. Bu da evde yükümüzü arttırıyor.
Krizde “masraftan kaçınmak için” sosyal güvenlik harcamalarını kısanlar, haklarımızı budayanlar, kadınların yaşadığı her türlü sorunun giderilmesinde muhatap kurum olarak gösterdikleri, sürekli kadın ve çocuk düşmanı fetvalarıyla karşımıza çıkan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesini kabartıyorlar.
Dolayısıyla dışarıda çalışalım ya da çalışmayalım fiziksel ve zihinsel olarak eve bağlılığımız artıyor, bu sadece ev içi sömürüyü arttırmakla kalmıyor aynı zamanda erkek iktidarını da pekiştiriyor. Kadın ve erkek arasında eşitsizliği derinleştiren bu durum, başta ekonomik şiddet olmak üzere tüm şiddet türlerinin boyutunu arttıyor.
Krizde ilk işten çıkarılanlar biziz. Ya küçük-orta ölçekli, krizden ilk etkilenen sektörlerde çalışıyoruz; dolayısıyla ilk kaybedenler oluyoruz. Ya da cinsiyetçilik iş yaşamına da hakim olduğundan ilk vazgeçilenler oluyoruz.
Kriz dönemlerinde güvencesiz, ucuz iş gücüne duyulan ihtiyaç, zaten kadın istihdamının çoğunu oluşturan bu alanda kadınların daha da fazla yer almasına yol açıyor. Yani kriz dönemleri bizim için daha fazla geçici, kısmi zamanlı, güvencesiz işlerde, güvencesiz koşullarda, daha düşük ücretlerle çalışmanın katmerlenmesi anlamına geliyor.
Enflasyon, hayat pahalılığı, reel ücretlerdeki düşüş ise zaten düşük oln ücretlerimizi eritiyor. Ücretli ve kayıtlı bir işte çalışan kadınların %70’inin 2 bin liranın altında maaş aldığı istatistiğinden yola çıkarsak kriz bizim yoksulluğumuzun derinleşmesi demek.
Yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlikle karşı karşıya iken şimdi de mücadelelerimiz sonucu kazandığımız nafaka hakkımızın tırpanlanma girişimi ile yüz yüzeyiz. Ekonomik özgürlüğümüzün, eğitim ve iş hayatında karşımıza çıkan engeller ortada iken nafaka hakkının kısıtlanması boşanma hakkına bir darbedir. Kadınları istemedikleri bir hayata mahkum etmek demektir.
Türkiye’deki işsizlik istatistiklerinde zaten zirvede genç kadınlar var; kriz dönemlerinde ise bu sayılar katlanıyor, çalışma hayatına dezavantajla başlıyoruz. Üniversite öğrencisi olarak ise hem gelecek kaygısı hem de artan kiralar, eğitim ve diğer masraflar hayatlarımızı kuşatıyor.
Bu maddeleri çoğaltabilir, yaşamın aktığı her alanda krizin ilk sonuçları itibariyle bizi vurduğunu ve krizin faturasının kadınlara çok boyutlu ve katlanmış bir şekilde kesildiğini defalarca ifade edebiliriz.
Bize dayatılan, -zaten zor koşullardaki- varlığımızı, haklarımızı, kazanımlarımızı tehdit eden bu duruma birlikte direneceğiz.
Hayatlarımızı kuşatan; bizi geleceksiz, nefessiz, hayalsiz bırakan; yoksulluğun, şiddetin, sömürünün boyutunu arttıran; eşitsizliği derinleştiren bu kabarık faturayı ödemeyeceğiz demek için;
Sırtımıza sürekli yeni yükler gelmeden, krizler ve yıkımları ile yüzyüze kalmadan yaşamak için bu krizi yaratan sebeplere karşı mücadeleye!
Yalnız değil birlikte güçlü olduğumuzu bilmek ve görmek için bir aradalığımızı arttırmaya!Birlikte çözümler üretmek, birbirimizin hayatına dokunmak, hayat pahalılığı ve yaşam koşullarının ağırlaşması karşısında direnmek için, yeni dayanışma biçimleri yaratmaya, dayanışma ağlarımızı çoğaltmaya!
Nar Kadın Dayanışması